30 Aralık 2010 Perşembe

Uyku Apnesi Nedir ? (Gece uyurken tıkanmak)




Uyku apnesi (sadece apne olarak da bilinir), uyku sırasındaki solunum duraklamalarından kaynaklanan ve uyku düzeninin bozulmasına sebep olan önemli bir hastalık. Uyku apnesi uykuda hava akımının en az 10 saniye süreyle normal değerinin %20’sine ve daha altına düşmesi ile tanımlanabilir. Uykudaki solunum duraklamaları sonucunda kandaki oksijen miktarı azalır ve karbondioksit miktarı artar.

Uyku apnesi merkezi sinir sistemindeki bir problem nedeniyle (merkezi uyku apnesi) veya solunum yollarındaki bir tıkanıklık nedeniyle (tıkayıcı uyku apnesi) oluşabilir. Bazen de bu her iki durum birlikte olmaktadır (bileşik uyku apnesi). Bu hastalığın değerlendirilmesinde sadece solunumun durması (apne) değil aynı zamanda solunumun azalması (hipopne) da hesaba katılmaktadır.

Yüksek tansiyon, gürültülü horlama, yorgunluk, aşırı sinirlilik, depresyon, unutkanlık, konsantrasyon bozukluğu, sabah başağrısı, kontrol edilemeyen şişmanlama, uykuda terleme, sık idrara çıkma, mide yanması gibi sorunlar uyku apnesinin sonuçları olarak ortaya çıkabilir. Hastalarda, hastalığın seviyesine göre bu sorunların biri, birden fazlası ya da hepsi birden görülebilir.

Bu hastalık ne kadar ciddidir?

Çağımızın önemli rahatsızlıklarından biri olarak kabul edilen uyku apnesi, önlem alınmadığı takdirde ölümle sonuçlanabilmektedir. Hastalığın bu denli ciddi sonuçları olduğu toplum içinde çok fazla bilinmemektedir. Bu hastalığa yakalanan kişilerin büyük bir çoğunluğu hastalığı farketmedikleri ya da önemsemedikleri için genellikle hekime gitmemektedirler.

Solunum durmaları (apne) veya azalmaları (hipopne) gece içinde yüzlerce defa takrarlayabilmekte ve bunların ancak çok az bir kısmı hastanın yakınları tarafından farkedilmektedir. Bu nedenlerle ve doğuracağı sonuçlar bakımından uyku apnesi uzmanlarca sinsi ilerleyen bir hastalık olarak nitelendirilmektedir.

Uyku apnesi acil tedavi gerektiren hayati bir hastalıktır. Zamanında tedavi edilemezse kalp krizi, felç, iktidarsızlık (impotans), düzensiz kalp atışları gibi sorunlara yol açar. Ayrıca kazalara, iş verimsizliğine ve sosyal problemlere neden olabilen gün içi aşırı uyku haline sebep olur. Gündüz uykululuğun trafik kazalarına da yol açtığı yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Muhtemel riskler ve sonuçlar için alttaki uyku apnesinin sonuçları bölümüne bakılabilir.

Uyku apnesi kimlerde görülebilir?

Tıbben ciddî kabul edilen uyku apnesinin toplum içindeki yaygınlığı yüksektir. Uyku apnesi her ne kadar erişkinlerde, erkeklerde, horlayanlarda, menopoza girmiş bayanlarda, yaşlılarda, ve kilolularda daha sık görülmekte ise de bu hastalık çocuklarda, genç bayanlarda ve zayıf insanlarda da tesbit edilmektedir. Kısaca uyku apnesi her yaşta görülebilen bir hastalıktır.

Kadınların en az %2'sinde ve erkeklerin %4'ünde görülmektedir. Bu rakamlar hastalığın en az astım ve şeker hastalığı kadar yaygın olduğunu göstermektedir.

Çoçuklarda uyku apnesi büyük bademciğe ve geniz etine bağlı olarak gözlenebilir. Ayrıca; alkol ve sigara bağımlılarında, yanlış uyku pozisyonu, aşırı kilolularda, alt çenesi gelişim geriliği gösterenlerde, boyun yüksekliği kısa olanlarda, alerji, anti histaminik, kas gevşetici veya sakinleştirici gibi ilaç kullananlarda da uyku apnesi görülme riski yüksektir.

Uyku apnesinin belirtileri

Uyku apnesi hayati sağlık sorunlara neden olabilen ciddi bir hastalık olsa da uyku apnesinin belirtilerini hastanın kendisinin farkedebilmesi oldukça zordur. Hasta genellikle uykudaki normal olmayan durumlardan, eşi veya yakınlarının farketmesiyle haberdar olur.

Düzensiz solunum

Uyku apnesinin en önemli belirtisi gece uykusu süresince ani solunum duraklamaları, çok gürültülü horlamalar ve iç çekmelerdir. Bu solunum düzensizlikleri, çoğu kişide görülen yumuşak ve hafif horlamalardan farklıdır. Horlayan insanların çoğunda bu tip horlamalar daha çok sırtüstü uyuma sırasında gerçekleşir. Uyku apnesinin sonucu olarak ortaya çıkan horlamalar ise her türlü pozisyonda gerçekleşebilir. Uyku apnesi olan hasta, el kol hareketleri ile rahatsız bir şekilde uyumaya çalışır.

Uykuda nefesin durması

Düzensiz solunum bir çok insanda duruma bağlı olarak uykuya dalma, uyanma veya rüya görme sırasında görülebilir. Diğer bir taraftan uyku apneli hastalarda sık sık tekrarlanan uzun süreli solunum durmaları olmaktadır. Bu solunum duraklamaları uyku apnesinin en önemli belirtilerinden biridir. Apneli hastalarda 10 saniyeden başlayan solunum duraklamaları bir dakikadan fazla sürelere kadar devam edebilir. Uykuları boyunca saatte 10’dan fazla tekrarlayan, 10 saniyeden bir dakikaya varan nefes durmaları ile boğulurcasına mücadele eden kişilerde uyku ve oksijen yetersizliği oluşmaktadır. Bunların sonucu olarak hastalarda büyük sorunlara rastlanmaktadır.

Gündüz aşırı uyku hali

Gece uyku kalitesinin bozulması nedeniyle gün boyunca kendini yorgun hisseden hastaların kitap okurken ya da televizyon seyrederken uyuklamaları olabilir. Bu özellikle araç kullanan hastalar için önemlidir. Uyku apne sendromu olan hastaların trafik kazası yapma riski normalden 8 kat fazladır. Bu da hastalarda inanılmaz derece yorgunluğa dolayısıyla konsantre olamamaya neden olur.

Teşhis ve Tedavisi

Uyku apnesi belirtilerini gösteren ve benzer şikayetlere neden olan değişik uyku bozukluğu hastalıkları da vardır. Bu nedenle uyku apnesinin kesin teşhisi ve şiddetinin ölçülebilmesi laboratuvarda yapılan uyku çalışması adı verilen gelişmiş bir teknikle mümkündür. Uyku laboratuvarlarında "poligrafik tetkik" adı verilen incelemelerin yapılması gerekmektedir. Uyku sırasında bir çok parametrenin kaydedildiği "poligrafik tetkik", beyin bölgelerinin aktiviteleri, uykunun yapısı ve uyku bozuklukları hakkında sağlıklı ve bilimsel bilgiler veren modern bir laboratuvar yöntemidir.

Bu yöntemle, solunum hareketleri, uyku sırasında hastanın oksijen miktarı, kalp ritmi ve EKG kayıtları yapılarak bunların beden fonksiyonları üzerindeki etkileri incelenir.

Uyku testlerinden sonra elde edilen bilgiler değerlendirilerek uyku apnesinin gerçekten tedaviye ihtiyaç gösterip göstermediğine karar verilir. Uyku apnesi tespit edilen hastalarda vakit geçirmeksizin tedaviye başlanması gerekir.

Uyku apnesinin teşhisi koyulan bazı hastaların Kulak-Burun-Boğaz uzmanının kontrolundan geçmesi uzmanlarca tavsiye edilir. Apnenin sebebi anatomik bozukluklardan kaynaklanıyorsa cerrahi yöntemler, protez veya nadiren de olsa ilaç tedavisi uygulanabilir.

Çoğu uyku apnesi vakalarının tedavisinde, hastanın uyku sırasındaki solunumuna yardımcı olan cihazlar kullanılır. Bu cihazlardan bazıları şunlardır:

* Özellikle tıkayıcı apnenin en etkili tedavisi CPAP (Continious Positive Airway Pressure) cihazının uygulanmasıyla olur. Bu cihazın kullanılmasındaki amaç hastaya sürekli ve sabit olarak hava basıncı uygulayarak uyku sırasında kapanan üst hava yollarını açık tutmaktır. CPAP cihazı hastanın burnuna yerleştirilen ya da burun ve ağızı tamamen içine alan, yumuşak silikon bir maske ve bunu cihaza birleştiren hortumdan ibarettir. Hafif ve orta şiddetli vakaların tedavisinde kullanılan bu cihazın olumlu etkisi birkaç gün içinde görülür.
* Tıkayıcı uyku apnesinin daha ağır olan vakalarında hem nefes alma hem de nefes verme durumlarına göre özel olarak hava basıncını ayarlayan BIPAP® (Bi-level Positive Airway Pressure) veya VPAP™ (Variable Positive Airway Pressure) cihazları kullanılır. Bu cihazlar bileşik uyku apnesinin hafif vakalarının tedavisinde de başarılı sonuçlar vermektedirler.
* Bileşik ve merkezi tipteki uyku apnesi tedavisinde, özellikle durumu ağır olan hastalarda, uyku sırasında nefes alış verişi çeşitli değişik tekniklerle düzenleyen APAP (Automatic Positive Airway Pressure), xPAP ST (Spontaneous Time) veya ASV (Adaptive servo-ventilation) cihazları kullanılmaktadır.

Uyku apnesinin çeşitleri

Uyku apnesinin üç temel türü vardır. Tıkayıcı tarzda olan, merkezi yani beyindeki solunum merkezine bağlı olan ve bu ikisinin karışımı. Araştırmalara göre yaklaşık hastaların %84’ünde tıkayıcı uyku apnesi, %1’inde merkezi uyku apnesi ve %15’inde bileşik uyku apnesi görünmektedir.

Tıkayıcı uyku apnesi (Obstructive apnea)

Tıkayıcı tipte uyku apnesi boğazdaki kasların havanın geçeceği alanı kapatacak şekilde gevşemesi sonucunda oluşur. Bu kaslar yumuşak damağa, küçük dile, yutağa ve dile aittir. Bu kaslar gevşediğinde nefes alma sırasında hava yolu daralır ve bir süre için solunum durur. Bunun sonucunda kandaki oksijen miktarı azalır, beyin bu azalmayı algılar ve uyku derinliğini azaltarak ya da kişiyi uyandırarak hava yolunun tekrar açılmasını sağlamaya çalışır. Uyku derinliğinin azalmasını takiben bazı kişilerde bir iki kısa nefes alma ile, bazı kişilerde ise şiddetli horlama ve yutkunma sesleri ile solunum tekrar başlatılır. Bu derecede uyku apnesi olduğunda derin uykuya geçmek hiç mümkün olmaz, kişi bütün uykusunu solunum çabası içinde geçirir ve gündüz uyuma ihtiyacı duyar. Uyku apnesi olan kişiler genellikle uykularının bölündüğünün farkında değildir ve iyi uyuduklarını zannederler.

Merkezi uyku apnesi (Central apnea)

Merkezi tipte uyku apnesi çok daha nadir görülür ve beyinin solunumu kontrol eden kaslara doğru sinyaller göndermemesi sonucunda ortaya çıkar. Kanda karbondiositin artması ve oksijenin azalması sonucunda kişi uyanır. Merkezi tipte uyku apnesi olan hastalar uyanma dönemlerini tıkayıcı uyku apnesi olan kişilere göre daha fazla hatırlarlar.

Bileşik uyku apnesi (Complex-mixed apnea)

Bileşik uyku apnesi olan hastalarda apne önce tıkayıcı uyku apnesi belirtileri göstermektedir. Hasta saatte yaklaşık 20 ile 30 arası tıkanma yaşar. Tıkayıcı tipteki apnenin tedavisinden sonra hastalık merkezi uyku apnesi belirtilerini daha belirgin olarak gösterir. Bir başka deyişle, tıkayıcı tipteki uyku apnesinde uygulanan solunum yoluna basınçlı hava veren tedavi yöntemi CPAP (Continuous Positive Airway Pressure) bileşik uyku apnesini tam olarak tedavi edememektedir. CPAP cihazı ile tedavilerine başlanılan hastalarda tıkanmalar kesilse de uykularında düzgün nefes alamama problemleri devam etmekte bu sefer merkezi uyku apnesinin belirtilerini göstermektedirler.

Bu apne çeşidi uzun yıllardır gözlenmekte ise de son yıllarda uzmanlar tarafında ayrı bir tür olarak kategorize edilmiştir.

Uyku apnesinin sonuçları

* Yüksek tansiyon: Uyku apnesi yüksek tansiyon için tek başına bağımsız bir risk faktörüdür.
* Gürültülü horlama: Üst solunum yolunun genellikle dil arkasındaki alanda daralması sonucu, daralma ile orantılı olarak horlama artar. Her horlayan kişide uyku apnesi yoktur fakat horlama düzensiz, zaman zaman da solunum güçlüğü ile birlikte olmaktaysa kişide apne olma ihtimali vardır ve uzman görüşü mutlaka alınmalıdır.
* Kalp büyümesi ve kalp atımında düzensizlikler: Özellikle ileri yaşlarda kalp ritmindeki düzensizlikler ani kalp durmalarına da yol açarak, uykuda ani ölümlere sebep olmaktadır.
* Sık idrara çıkma
* Uykuda aşırı terleme
* Uykusuzluk ve huzursuz uyku
* Sabahları yorgun kalkma, gün içinde yorgunluk hali ve uyuklama: Hastalarda yorgunluk bütün gün devam etmekte, hastaların çoğu zaman fırsat buldukça uyumakta ya da uyuklamaktadır. İleri seviyede uyku apnesi olan hastaların trafikte kırmızı ışıkta kısa süreli uyukladıkları rapor edilmiştir.
* Aşırı ve hızlı kilo alma: Uyku apnesine bağlı olarak geceboyu tam dinlenemeyen kişilerin gün içinde metabolizmaları oldukça yavaşlar. Bu da hastaların daha az enerji harcamalarına ve kilo almalarına sebep olur. Uyku apnesi olan hastalar kilo vermekte çok zorlanırlar.
* Konsantrasyon güçlüğü: Gündüz uykulu olma durumunun ve konsantrasyon eksikliğinin trafik ve iş kazalarına da yol açtığı yapılan çalışmalarla gösterilmiştir.
* Depresyon ve davranış bozuklukları
* Cinsel isteksizlik, yetersizlik
* Sabah baş ağrısı ve ağız kuruluğu
* Mide yanması
* Çocuklarda hiperaktivite
* İnsülin direnci: Uyku apnesi olan hastalar diyabet geliştirmeye daha yatkındırlar.
* Felç ve kalp krizi oranları bu hastalarda daha yüksektir. Uzun dönemde bu hastalık, kalp krizi, beyin ve damar tıkanıkları sonucu felçler gibi ciddi problemlere yol açmakdadır.
* Pulmoner yüksek tansiyon: Bu hastalarda akciğer damarlarında da yüksek basınç olabilir.

Kaliteli uykunun önemi

Canlıların vazgeçilmez ihtiyacı olan uyku, beyin hücrelerinin vücut sisteminin düzenli çalışmasını sağlayabilmesi için gerekli olan yaşamsal bir faz olarak tanımlanabilir. İyi bir uyku alındığının başlıca ölçüsü sabah dinç uyanmak ve kişinin kendisini gün içinde zinde hissetmesidir.

Uyku apnesi solunum düzensizliklerine, bu düzensizlikler de kişinin gece boyunca bazen kısmi bazen de tamamen uyanmasına sebep olur. Bu yarı ya da tam uyanıklık durumları hastanın derin ve kesintisiz uyku uyumasını engellemekte bu da uykunun kalitesini bozmaktadır. Gece boyu yaşanan uyanıklık durumları bazen hasta tarafından farkedilebilir. Bu durumda hasta gece sık sık uyanma, idarara çıkma veya uykusuzluk şikayeti ile hekime başvurmaktadır. Bazen de gece içinde solunum düzensizliklerinin ortaya çıkardığı uyanıklıklar çok kısa sürmekte, 5-10 saniye süren bu uyanıklıklar hasta tarafından farkedilmemekte, bu kez de hasta yorgunluk ve gündüz uykululuk şikayeti ile hekime başvurmaktadır.

Hasta özellikle tıkayıcı uyku apnesi durumunda her solunum durmasının ardından 5-10 saniye süreyle uyanmakta, daha doğrusu ancak uyanarak solunum durmasını sonlandırabilmektedir. Bu kısa süreli uyanıklıklar hasta tarafından hissedilmemekte, uyku süreklilik kazanmadığından uykunun asıl dinlendirici olan derin uyku dönemlerine ulaşılması mümkün olmamaktadır. Böylece hasta farkında olmadan kalitesiz, yüzeyel ve kısa süreli uyanıklıklarla bölünmüş bir uyku uyumaktadır.

Hastanın gece boyunca birkaç kez, bazen daha sık idrar yapma ihtiyacı duyması, gece boyunca aşırı terlemesi ve sabah kalktığında kendini yorgun ve uykulu hissetmesi gece boyu aldığı kalitesiz uykunun göstergesidir. Yorgunluk bütün gün devam etmekte, hastaların çoğu gündüz fırsat buldukça uyumakta ya da uyuklamaktadır. Tüm bunlar hastaların gün boyu verimliliklerinin düşmesine, isteksiz, gergin ve sıkıntılı olmalarına yol açar.

23 Aralık 2010 Perşembe

Kış ve Depresyon




Depresyon nedir ?

Depresyon yani ruhsal çökkünlük genelde halk arasında üzüntü ve kederle aynı anlamı ifade eder hale gelmiştir. Fakat psikiyatrik açıdan anlamı ise çok daha farklıdır. Biz psikiyatristler bu durumu , bir takım belirtilerden oluşan bir bozukluk olarak tanımlarız.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, iş gücü kaybına yol açan bozukluklar ve hastalıklar içinde değerlendirildiğinde her ülkede genelde ilk dördün içinde yer almaktadır. Özellikle iş gücü kaybı ve bunun getirdiği sıkıntılar hatta intiharları da dikkate alırsanız çok ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınmalı ve tedavi yoluna gidilmelidir.
DEPRESYON KADINLARDA DAHA SIKLIKLA MI GÖRÜLÜR?

Buna, maalesef kesinlikle evet demek gerekiyor. Yapılan tüm tıbbı araştırmalar bunu böyle göstermektedir. Yaşam boyu sıklığı kadınlarda %10-25 arasında, erkeklerde ise %5-12 arasındadır. Yani 2 hasta kadına, 1 hasta erkek oranı olarak belirtebiliriz.
DEPRESYON NE TÜR BELİRTİLER GÖSTERİR? NE TÜR ZARARLAR VEREBİLİR?

Öncelikle durumun kişisel boyutuna bakmadan iş gücü kaybı açısından ülkeye zararına bakmakta fayda var.

Son yapılan araştırmalardan birini, depresyonun bir ülke gelirine ne tür zarar verdiği açısından paylaşmak isterim. ABD’de yapılan bir araştırmada, bu bozukluğun ulusal üretim maliyetine zararının yaklaşık 50 milyar dolar olduğunu göstermiştir. Bu ciddi bir rakamdır.

Amerika’da, 1987-1997 arası özellikle yeni kuşak antidepresan ilaçların bulunması nın ardından, sadece depresyon vakalarında ayaktan tedavi olanların sayısında yüzde 30 artış görülmüştür. Bu durum ülkemiz için de benzer periyotlarda artmaktadır.

Depresyon bir belirtiler topluluğudur. Yani birçok belirti ile kendini gösterir.Belirtilerine gelince; depresyon yaşayan kişiler, en az 2 hafta boyunca devam eden moral bozukluğu, sıkıntılı ve kederli çökkün duygudurumdan yakınırlar. Karamsarlık ,olumsuz düşünceler mevcuttur.Bu duygular hep aynı yoğunlukta yaşanmaz, dalgalanmalar gösterebilirler. Ciddi durumlarda özellikle sabahları kötüleşme akşama doğru daha iyi hissetme yaşanabilir. Bu belirtilerin yanı sıra istek kaybı, eski yaptığı işlerden zevk almama, enerji kaybı içindedir. Kendine güveni azalmıştır, dikkat ve konsantrasyonda güçlük çekerler, unutkandır, karar almakta zorluk çekerler, uyku ve iştahları değişkenlik gösterir, cinsel açıdan da isteksizdir .Etrafındaki insanlara kolay sinirlenir ve tahammülsüzlük gösterirler. Şayet bu kişiler çalışıyor ise işe gitmekte, verimliliklerinde ve işe konsantre olmakta zorluk yaşarlar.

Bu durumun depresyon olarak adlandırılabilmesi için bu duydu durum değişikliklerinin ve belirtilerinin en az 15 gün süre ile yaşanması gerekir.

Bu sebeple, depresyona giren kişilerin aile, sosyal ve iş yaşamı bozuluyor , verimsiz ve sorunlu hale gelebiliyor. Kısaca hayatının her alanı keyif almaz bir boyuta ulaşıyor. Tabii en kötü durum da, bu tür kişilerde zamanla ölüm düşüncesinin ve intihar girişimlerinin ortaya çıkabilme ihtimalidir. Ölüm fikirlerinin bazıları düşünce düzeyinde kalırken ,çoğunluğu da ciddi intihar girişimlerine dönüşebilir. Depresyonda en önemli ölüm nedeni intihardır .

Genel olarak intihar vakalarının nedenleri incelendiğinde depresif bozukluktan kaynaklanan durumlar büyük bir kısmı teşkil etmektedir. Depresyon nedeniyle yatan hastalarda bunun eyleme dönüşme olasılığı daha sıklıkla görülür. Yapılan araştırmalar bize, hastaneye yatan depresif kişilerin yaklaşık % 10-15 bu yolla hayatına son verdiğini göstermektedir.

Bu sebeple, depresyon ciddi bir bozukluktur ve ancak uzman bir psikiyatrist desteği ile tedavisi de mümkündür diyebiliriz.
NEDEN DEPRESYON ORTAYA ÇIKAR?

Bunun birçok nedeni var. Yapılan araştırmalar bunu kısaca 3 ana başlık altında incelenebilir

1. Genetik etkenler
2. Biyolojik etkenler
3. Psikososyal etkenler

1-Genetik etkenler: Özellikle ailesinde duygusal bir rahatsızlık olan kişilerin, bu ailesinde böyle bir rahatsızlık yaşamayan kişilere oranla depresyona yakalanma olasılığında , 2-3 kat daha fazla görülebiliyor. Yani depresyonda genetik bir geçişten söz etmek mümkün.Bu konuda bazı kromozonlar suçlanmaktadır ama bu konudaki laboratuar araştırmaları sürmekte olup, henüz nedeni net olarak ortaya konulamamıştır.

2-Biyolojik neden olarak da serotonin, noradranalin ve dopamin gibi maddelerin oranında oluşabilen değişimler, bazı depresif durumlara neden olabiliyor diyebiliriz. Hormonları da nedenler arasında gösteren çalışmalar mevcuttur.Stress, tiroid ve büyüme hormonları, özellikle kadınlarda; östrojen, progestron, prolaktin gibi hormon değişimleri nedenler arasında gösterilmiştir Örneğin tiroid bezinin az çalıştığı hipotiroidi hastalığında depresyona çok sıklıkla rastlanabiliyor.

3-Psikososyal boyutunda ise özgüven eksikliği yada takıntılı kişilik özellikleri, erken yaşta geçirilen travmatik olaylar , 11 yaşından önce anne-babasını kaybı ,eş kaybı, maddi sorunlar –işsizlik , göç , düşük eğitim düzeyi, bekar ya da boşanmış olmak yakın ilişki azalığı , bedensel ve kronik hastalıklar depresyona zemin hazırlayabilir
KIŞ DEPRESYONU NEDİR? NASIL OLUŞUR?

Biz psikiyatristler bu durumu, mevsimsel duygu durum bozukluğu olarak da adlandırmaktayız. Bu tür bir teşhisin konuşabilmesi için bu sıkıntının en az 2 yıl üst üste geçirilmesi gerekiyor. Sonbahar ve kış aylarında başlar , ilkbahar ve yaz aylarında düzelme gösterir.

Bu depresyonu tetikleyen başka bir neden yoktur. Sadece mevsim kişinin duygudurumunu etkiler .Yapılan araştırmalar bize günlük ışık süresinin 10 saatin altında olmasının büyük rolü olduğunu göstermektedir. İnsan beynındeki pineal bezden melatonin adlı bir madde salgılanmaktadır , salgılanması karanlığa bağlıdır. Gündüz kan melatonin düzeyimizin düşük olması ,gece yüksek olması yani bir ritm içinde olması gerekir. Melatonin enerji düzeyimizi, reflekslerimizi, uyku döngümüzü, kilomuz ve iştahımızı etkilemektedir. Işık düzeyinin azalması melatonin salgılanma ritminde bozulmaya yol açabilir. Melatonin depresyon etkenlerinden biri olan serotonınle etkileşim içindedir. Bu etkileşimdeki değişimler de neden olarak gösterilmektedir.
KIŞ DEPRESYONUNUN BELİRTİLERİ NELERDİR?

Kişide; moral bozukluğu, motivasyon ve enerji azlığı, aşırı yorgunluk ve uykuya düşkünlük hali oluşur. Kişi saatlerce uyuduğu halde, kendini hala yorgun olarak hisseder. Kişi yemeğe ve özellikle karbonitratlara aşırı istek duyar ve oldukça fazla yiyip kilo alır. Kadınlarda görülme sıklığı fazladır .
KIŞ DEPRESYONUNUN TEDAVİSİ NASIL YAPILIR?

Biraz önce söz ettiğimiz gibi bu tür depresyona giren kişilerde ışık eksikliği tıbbı bir neden olarak tespit edildiğinden dolayı tedavi yöntemleri içinde parlak ışık tedavisinden oldukça iyi sonuçlar alması mümkündür. Bu konuda, yurtdışında başarılı çalışmalar yapılmakta ancak ülkemizde yaygın kullanılan bir yöntem değildir. Bu tip depresyonda bir diğer tedavi seceneği ise antidepresan ilaçlardır.

Bu tür depresyona giren kişiler, uzman bir psikiyatriste başvurmalıdırlar. Tedavi sırasında, kişilerin gün ışığından daha çok faydalanabilecekleri ortamlar tavsiye edilmektedir. Dış ortamlarda yapılan; spor ve uzun yürüyüş programları, özguveni artırmaya yönelik hobi ve sosyal aktiviter de tedaviye destek olacaktır .
DEPRESYONA EĞİLİMLİ KİŞİLERİN YAKINLARINA NE ÖNERİRSİNİZ?

Depresyondaki kişilerin özelliklerini sayarken özellikle karar vermekte güçlük ve isteksizlikten söz ettik. Bu sebeple, bu tür kişiler hasta olduklarını kabul etmeyecek ve hekime gitmekte de isteksizlik yaşayacaktır. Önemli olan bu kişiye yakın olanların; aile, eş ya da yakın arkadaş gibi kişilerin durumu tespit edip ilgili kişiye uzman bir psikiyatriste yönlendirmesidir.

Burada unutulmaması gereken en önemli nokta, erken teşhistir. Bu hastalık kişiyi, intihar düşüncesine ve eylemine rahatlıkla götürebilmektedir. Oysa kişinin arzusu ve yakınlarının da desteği ile tedavisi oldukça kolaydır...

Röportajı yapan Sibel Bucurgat / PRO-S
Psikiyatri Uzmanı Dr. Dilara Karahan

Melatonin gerçekten mucize mi?

Kadınların genç ve güzel kalma tutkusuna doğal yöntemlerle cevap verme çabasını devam ettiriyor. Yeni nesil kozmetik ürünlerde kullanılan mucizelerden biri de aslında çok uzun zamandır aşina olduğumuz melatonin. Bir dönem mutluluğun ve gençliğin formülü olarak lanse edilen ve ekmek peynir gibi herkesin yuttuğu melatonin hapları artık eskisi kadar popüler değil. Ancak vücutta doğal olarak bulunan bu faydaları saymakla bitmez hormon şimdi ‘Mucize kozmetik ürünlerle’ yeniden hatırlandı. Biz de melatonin nedir ve yapılan araştırmalar neler söylüyor bir göz attık...

Melatonin nedir?

Melatonin beynimizde salgılanan bir tür hormon. Beyinden kan yoluyla bütün vücudumuza kolayca yayılabilen bir hormon, ve bu nedenle de bütün vücudumuzu etkileyebiliyor.
Uzunca bir süredir faydaları bilinen melatonin son dönemde tekrar gündemde. Uyku düzenleyici ve anti aging etkisi, migrene karşı koruyuculuğu ve daha neler neler...
Bir taşla iki kuş: Melatonin ve uyku! Yaşlanmanın en güçlü antikoru olarak bilinen uyku melatoninin başlıca etki alanlarından. Melatonin sayesinde düzene giren uyku alışkanlığı uzun vadede yaşlanmayı yavaşlatıyor; cilt daha sağlıklı görünüyor ve kişinin daha dinç, genç hissetmesine yardımcı oluyor.
Uyku ilacı yerine boş mideye alınan melatonin kapsülleri 20 dakika içinde uyku durumunu olumlu yönde etkileyebiliyor. Melatonin esasen gece üretilen bir hormon, dolayısıyla ışıklı ortamlarda melatonin üretimi bozuluyor. Gece çalışıp gündüz uyuyanlar için doğal melatonin düzeyini korumak oldukça zor. Vücut gerekli melatonini üretmediği takdirde vücudun ne zaman uyku ihtiyacı olduğunu anlaması son derece zor. İşte bu durumlarda melatonin kapsülleri imdada yetişiyor.
Vücut ısısı da melatonin üretimi üzerinde etkili. Duş alınca artan vücut ısısı melatonin üretimini desteklerken, gastrointestinal sistemin işleyişine bağlı olarak düşük kalorili diyetlerde de melatonin üretimi artıyor. Bu nedenle düşük kalorili beslenen kişiler daha uzun yaşıyor.
Hepimiz yüksek miktarda melatonin ile doğuyoruz ve o nedenle uyku süremiz bebeklik dönemimizde çok uzun. Yaşlandıkça azalan melatonin hormonu nedeniyle uyku süremiz kısalırken, uyku düzenimiz de bozulmaya başlıyor. Melatonin vücudun bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Bağışıklık sistemi bozukluğu yaşayan insanlarda bu hormonun üretimi ideal düzeylerde olmayabiliyor.
Kişiden kişiye göre değişiyor melatonin toleransı. Kimileri kapsül olarak alınan melatoninin sadece 1 mg’ına uyum sağlayabilirken, kimileri de bu miktarın 10 katına da uyum sağlayabiliyor. Melatonine toleransımız kişiden kişiye göre değişse de uzmanlar için değişmeyen bir nokta var: Melatoninin dışarıdan insan vücuduna girmesi hiçbir risk ve tehlikeye neden olmuyor. Bazı kişilerde birtakım yan etkiler yaratsa da bu etkilerin kısa süre içinde yok olduğunu söylüyor uzmanlar.
Tabiiki bu durum, 15 sene sonra bilim adamlarının “Çok özür dileriz, hata yapmışız suni yollardan alınan melatonin zararlıymış” deme hakkını elinden almıyor. O yüzden bilinçli tüketici olmakta her zaman yarar var. Melatoninin uzun vadedeki etkileri üzerinde bilimsel bilgi henüz kısıtlı ve güvenilir değil.

Melatonin ve migren:

Yapılan araştırmalar melatoninin migren üzerinde de olumlu etkisini destekliyor. Düzenli olarak melatonin alan kişilerin daha az migren ataklarına maruz kaldıklarını öne sürüyor bu araştırmalar. Yatmadan önce alınan 3 mg’lık melatoninin migren ağrılarını azalttığını gösteriyor bilimsel araştırmalar.

Kalbi rahatlatıyor:

Geceleri uykuda kalp daha yavaş atıyor ve kan basıncımız daha düşük. Uyku düzeni bozulduğunda, bu fonksiyonlar da bozuluyor. Melatonin üretiminin zengin olduğu kişilerde beyin kalp atışlarını ve kan basıncını çok daha iyi kontrol edebiliyor.

Melatonin tıkalı damarları açıyor:

Melatonin, diğer bütün antioksidanlar gibi, kolesterol seviyesini düşürüyor. Araştırmalar melatonin seviyesi düşük kişilerde tıkalı damar oranının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Gece boyunca vücutta melatonin seviyesi yüksekken kanda kan pıhtısı oluşumu çok daha az görülüyor.

Kanserle savaşıyor:

Göğüs ve prostat kanserleri hormonlara bağlı. Araştırmalar bu iki tip kanserin de vücuttaki düşük melatonin seviyesine bağlı olabileceğine işaret ediyor. Melatonin hasta kişinin daha rahat ve iyi bir uyku uyumasına yardım ederek vücudun kanserle savaşmasını ve şifa bulmasını kolaylaştırıyor.

Moral düzeltici:

Melatonin düzeyi düşük pek çok kişide depresyon görülebiliyor. Depresyonu tedavi edici ilaçların çoğu zaten aynı zamanda melatonin üretimini harekete geçirtici ilaçlar.

Aytül Farquharson

Uyku, melatonin ve pineal bez

Melatonin hormonu beyinde bulunan pineal bez ismindeki bir bezden salgılanır. Pineal bez 100-150 mg ağırlığındadır. Pineal bez salgıladığı melatonin ile vücudun gece gündüz farklılıklarına uyum göstermesini sağlar.
Melatonin hormonu pineal bezde triptofan aminoasidinin serotonine, onun da melatonine dönüşmesiyle oluşur. Melatonin hipotalamusta bulunan suprakiazmatik nukleusun kontrolü altında çalışır.
Gözdeki retina bölümü ışık durumunu beyine iletir ve buradaki suprakiazmatik nükleus ışık durumuna göre pineal bezden melatonin hormonu salgılatır.
Melatonin karanlıkta salgılanan bir hormondur. Yani melatonin gece salgılanır, gündüz ise salgılanmaz. Gece uzunluğu artınca melatonin salgısı da artar. Işık olunca melatonin salgısı azalır.
Melatonin akşam saat 21’den sonra salgılanmaya başlar ve gece saat 02.00-04.00 arası en fazla salgılanır ve sabah saat 07.00’ de salgılanması azalır. Melatonin bu nedenle gece uyku getirir sabah ise uyanmaya katkıda bulunur.
Melatonin hormonunun etkileri şunlardır.
1.Uykuyu getirir, uyku sağlar,
2.Ergenliği başlatır
3.Üreme üzerinde etkilidir
4.Vücut ısısını azaltır.
5.Antioksidan etkisi vardır.

Melatonin ritmi sabit olduğundan uyku bozuklukları, vardiya değişiklikleri, jet lag araştırmalarında bilgi verir.
Uykusuzlukta melatonin salgısı bozulur. Eğer melatonin gündüz salgılanırsa gündüz uyuklama, gece uyuyamama oluşur. Bu kişiler atenolol adlı ilacı alınca melatonin azalır ve uyku durumu düzelir.
Ergenlik oluşuncaya kadar melatonin kanda artar ve ergenlik oluşmasından hemen önce azalır ve ergenlik başlar. O yüzden melatonin ergenliğin başlamasında önemli rol oynamaktadır. Melatonin düzeyleri 35-40 yaşına kadar sabit kaldıktan sonra yaşlılıkta azalır.
Melatonin çok düşük dozlarda alınırsa doğurganlığı arttırmaktadır.
Günde 6.6 gr melatonin tedavisinin parkinson, depresyon ve şizofrenide faydası olmamıştır. Fazla alınınca gündüz uyku ve karın ağrısı olmuştur.
Melatoninin 0.3-240 mg /gün dozunda ağızdan alınınca uyku getirmiş ve prolaktin hormonunu artırmıştır.
Hayvanlarda yapılan çalışmalarda antioksidan etkinliği gözlenmiştir. İnsanlarda antioksidan etkisiyle ilgili çalışma veya bilgi yoktur.
2-5 mg gibi düşük dozlarda akşama doğru alınınca uyku getirir, prolaktin azalır ve vücut ısısını azaltır.
Jet lag için faydalıdır. Melatonin tablet uçuştan bir gün önce saat 15.00’de 0.5 mg alınır ve uçuştan sonra vardığınız gün saat 18.00’de alınır. Doğudan batıya gidiyorsanız sabah uyandığınızda melatonin alın. Gözleri görmeyen (kör) kişilerde uykusuzluk için melatonin faydalı olmaktadır.
Kanser üzerine yapılan hayvan çalışmalarında kanser hücrelerinde etkili olduğu gösterilmiştir. İmmun sistemi (bağışıklık sistemini) desteklemektedir.
Melatonin hormonunun vücudumuzda etki yerleri şunlardır:
1.Göz dibindeki retina,
2.Hipotalamustaki suprakiazmatik nükleus adı verilen bir çekirdek
3.Hipofiz bezi
4.Hipotalamus

UYKU BOZUKLUĞU YAPAN DİĞER HORMON HASTALIKLARI

1. Hipertiroidi (zehirli guatr)
2. HİPOTİROİDİ
3. ŞEKER DÜŞÜKLÜĞÜ

Yemek sonraları kan şekeri düşüklüğü, yaşamı çok kötü etkileyen, enerjiyi düşüren, halsizlik, yorgunluk ve baş dönmesi yapan, iş verimini düşüren ve sizi kızgın, öfkeli, sabırsız bir hale getiren bir durumdur. Çok sık olmasına rağmen üzerinde pek durulmayan önemli bir hastalıktır. Kilo veremeyen kişilerin çoğunda reaktif hipoglisemi vardır.
Gün içinde acıkma atakları oluyor ve şekerli gıdalara saldırıyorsanız; öğleden sonraları baş ağrısı varsa; uykudan birkaç saat sonra gece yarısı uyanıyor ve zor uyuyabiliyorsanız; kötü rüyalar görüyor ve devamlı bir yorgunluk varsa; öğleden sonra canınız şeker veya kahve içmeyi çok istiyorsa; baş dönmeleri varsa; yemek yiyinceye kadar halsizlik ve yemek gecikince kendinizi bitkin hissediyorsanız; halsizliğiniz yemek yiyince düzeliyorsa; yemek gecikince ellerde titreme ve çarpıntı oluyorsa; çok duygusalsanız, çabuk sinirleniyor ve kontrolünüzü kaybediyorsanız; yemek önceleri çok huzursuzsanız; yemeklerden sonra uyku basıyor ve gün boyu uyukluyorsanız, bu belirtiler kahvaltı öncesi de oluyorsa, kan şekerinizde düşüklük olabilir. Bunun başlıca nedeni de dengesiz beslenme, fazla karbonhidratlı, nişastalı gıdalar ve şeker yeme, stres ve aşırı kafein alımı (kahve, çay, kola) veya ailenizde şeker hastalığı olmasıdır.
Kilolu kişilerde hipoglisemi atakları daha fazla görülürse de, normal kilolu ancak egzersiz yapmayan ve depresyon yaşayan kişilerde de kan şekeri düşüklüğü olabilir. Bu kişilerin bir kısmı psikolog ve psikiyatrlarda depresyon tedavisi görürler. Kan şekerinde düşme, genellikle sabah saat 11.00 ve öğleden sonra saat 16.00 civarında daha sık olur. Bu hastalar bu saatlerde biraz daha yorgun olurlar, hafif baş ağrısı, depresyon ve derin bir açlık hissederler. Bu nedenle de, bu saatlerde çikolata, kek, pasta, kurabiye yer veya kola içerler. Bu gıdaları alan kişinin şikayetlerinde hafif bir düzelme olur. Sabah saat 11.00’de oluşan kan şeker düşüklüğünün nedeni sabah kahvaltıda yenen şekerli ve nişastalı gıdalardır. Öğle yemeğinde yenen tatlı ve nişastalı gıdalar da öğleden sonra, saat 16.00’da kan şekeri düşmesine neden olur. Buna karşılık sabah ve öğleyin proteinli gıda alanların kan şekerinde pek düşme olmaz. Kan şekeri düşünce yenen şekerli gıdalar 30-60 dakika süreyle bir rahatlık sağlar, ama daha sonra kan şekeri tekrar düşer. Sonunda bu kişiler gün içinde kan şekerinde yükselme ve düşmeler yaşar ve bol miktarda şeker, çikolata ve buna benzer şekerli gıdalar tüketirler. Bu kişiler sabah kalktıklarında huzursuzdurlar, kavga etmeye ve tartışmaya eğilimlidirler. Bir şeyler yedikten sonra rahatlarlar
Bazı kilolu kişiler ise diyete başladıktan sonra, baş dönmesi ve açlık atakları ortaya çıktığı için diyeti bırakırlar. Bunun nedeni kan şekerinin düşmesidir. Kan şekerinin düşmesini önlemek için, tam tahıl ürünleri (tam buğday ekmeği, çavdar gibi), sebze ve meyve yemelidir. Bu kişiler diyet yaparken üç ana öğün üç ara öğün yemek yemelidirler.
Hipoglisemi-şeker düşmesi ataklarının olması stres hormonlarını yani adrenalini artırır ve anksiyete, panik atak ve depresyon gibi psikoloji sıkıntılar ortaya çıkar.
Kısaca özetlersek, kan şekeri düşmelerine tıp dilinde hipoglisemi denir ve bu kişilerde şu belirtiler ortaya çıkar:
·Halsizlik, bitkinlik
·Psikolojik durumda değişiklik
·Sinirlilik
·Baş ağrısı
·Ellerde titreme
·Bulantı
·Görmede bulanıklık veya çift görme
·Soğuk terleme
·Çarpıntı, kalp atımlarını hissetme
·El ve ayakta çözülme, iç titremesi ve kas ağrıları
·Baş dönmesi
·Soluk ve terli bir görünüm
·Ani başlayan bir yorgunluk hissi
·Şiddetli yorgunluk
·İç ezilmesi ve yeme isteği
·İsteksizlik
·Anksiyete, depresyon ve kontrolü kaybetme
·Allerjiler (astım, saman nezlesi ve ciltte alerjik bulgu eğilimi)
·Bazı şeylerden korkma (fobi)
·Uykusuzluk
·Şekerli gıdalara saldırma
·Unutkanlık
·Sebepsiz yere ağlama
·Şiddetli kan şekeri düşmelerinde bayılma ve koma

19 Aralık 2010 Pazar

Kalp Krizi ve Panik Atak

Panik atak sırasında kalp krizi geçirebilir miyim?

Panik atak krizi yaşayanların çoğunluğu o anda kalp krizi geçirdiklerini düşünür ve büyük korku yaşarlar.
Hele, hele bir yakını,arkadaşı kalp krizi geçirmiş yada krizden ölmüş ise kişinin korkusu ve evhamı daha da artar.Sürekli kalbinden gelen''seslere kulak verir''..

Panik atak anında;

-Göğüste sıkışma,yanma,batma,ağrı,
-Sol kola vuran ağrı ve uyuşma,
-Çarpıntı ve kalbin göğüs kafesinden fırlayacak gibi olması
-Nefes darlığı ,
-Terleme,ateş basması,
-Mide bulantısı belirti ve şikayetleri olur.


Bu belirtilerin bir kısmı kalp krizinde de yaşanmaktadır.Ve de kişinin kalp bölgesinde bu rahatsızlıklar yaşandığından haklı olarak insanların aklına, kalp krizi gelmektedir.
Bu nedenle çoğu panik atak hastası,krizi geldiğinde hemen bir kardiyologa,dahiliyeciye yada acil servise baş vurur.
İlk defa geçirilen panik atak da daha dramatik anlar yaşanır.Yaşamında hiç ciddi bir sağlık sorunu yaşamamış birisinin aniden şiddetli bir çarpıntı,nefes darlığı ve kalp bölgesinde baskı hissetmesi''eyvah kalp krizi geçiriyorum,ölüyorum''şeklinde algılanır.Hata yanında kim varsa ona vasiyetini söyleyen bile olur...
Acil öyle bir telaş,korku,panikle girilir ki adeta''ortalık ayağa kaldırılır''.Doktorların ve diğer sağlık personelinin''yavaş davranması''öfkelenmeye sebep olur.
‘'Ben burada can çekişiyorum şunların rahatlığına bakın Allah aşkına...''diye söylenilir.
Hemen kalp elektrosu çekilir(EKG)kan ve idrar tahlilleri yapılır.Sonuç''temizdir.''Doktorlar''bir şeyin yok''derler.Hem sevinilir,hem de şaşkınlık yaşanır.Beş dakika önce''yetişin ölüyorum''diyen insanın ‘'bir şeyi yokmuş.''
Bu şaşkınlıkla eve dönülür.Fakat panik atak yaşayan insanın içi rahat değildir.
‘'Ya yine o lanet nöbet gelirse''diye bir korku kaygı yaşanır.
İlk panik atak nerede(alışveriş merkezi,toplu taşıma araçları,asansör,toplantı tatil,cami..)olmuşsa bir daha o yere gitmek orda olmak istenmez.
Eğer panik ataklar tekrarlarsa yine acillerin ve doktorların yolu tutulur.Bu sefer daha detaylı kalp tetkikleri yaptırılır.(eforlu EKG,holter hatta anjio yaptırılır.)Ayrıca bilumum kan ve röntgen tetkikleri yaptırılır. .
Kişilik olarak evhamlı ve kendini dinlemeye yatkın ve hastalanmaktan aşırı korkan insanlar;bazen doktorlara bazen tahlillere güven duymaz ve farklı yerlerde de yaptırırlar.Bazen birkaç değişik doktor ve hastaneden benzer tahlil ve tetkiklerden onlarca yaptırılır.
Acaba bunlar bendeki hastalığı göremedi mi?anlamadılar mı?atladılar mı?diye şüpheler olur.
Eğer gidilen doktor evhamlı titiz bir doktorsa,yada ahlaki olarak zayıf ve hastayı istismar eden bir doktorsa,tahlil ve tetkik sayısı her geçen gün artar.Hastanın kafası iyice karışır,bazen panik unutulur.Tahliller arasındaki farklılıklar,muayene bulgularındaki yorumlar karmaşa yaratır.Bazı insanlar bu durumda hastalık hastası olur.Panik ikinci planda kalır.
Günün birinde''işini iyi bilen bir doktor'' ‘'sizin fiziksel bir şeyiniz yok,ama psikiyatrik bir problem bu,psikiyatriste gidin''demesiyle kişi doru adresi bulur.Fakat yine bazı panik hastalarının aklı bu işe ermez.
‘'Basbayağı kalbim çarpıyor,tıkanıyorum,göğsümde ağrılar,uyuşmalar oluyor.Bu nasıl psikolojik olabilir?Neredeyse ölümle burun buruna geliyorum...''Diye şüphe ve çelişki yaşar.
Allah'tan son yıllarda medyada panik atak çok işlendi.Çok insan panik atak yaşadığını medyadan ve internet sitelerinden öğrenmeye başladı.
Panik atak özellikle büyük şehirlerde ‘'atağa geçti''Panik atak adeta moda ve medyatik bir hastalık oldu.Bu sayede yaşayanlar diğer yakalananlara kendi yaşadıklarını anlatıp,paylaştıkça insanlar yalnız olmadıklarını anladılar.Tedaviden yararlanan hastalar, kendi doktorlarını onlara da önerdiler.
Tedavi olanlar anladılar ki,panik atak sırasında kalp krizi geçirilmiyor.Ama hep çok hafif bir kuşku da oluyor.''Acaba?''
Esasında panik atak krizi değil,panik atak tedavisi görmemek, ileride kalp-damar sistemi hastalıklarına yakalanma riskini artırmaktadır.
Yapılan araştırmalarda tedavi görmeyen panik bozukluk hastalarının%20-25 arasında kalp-damar hastalıklarına yakalandıkları saptanmıştır.
Sürekli kaygı ve korkuyla kalp yorulur.Bir de kaygıya bağlı kolesterol yüksekliğiyle zamanla koroner damarlarda tıkanma riski artar. Panik bozuklu hastaların %30-40 da kolesterol düzeyi normalin üstüne çıkabilmektedir.Aşırı kolesterol de damarları tıkayarak kalp krizi riskini artırmaktadır.Tedavi olmayan panikli hastalar da kroner arter hastalığına bağlı ölümler üç kat daha sık görülmüştür.
Panik bozukluk tedavisi olanlar kalp krizi risklerinden birini ortadan kaldırıyorlar demektir.
Tekrar belirtelim panik atak anında kalp krizine bağlı ölüm olmaz.Kişinin kalbinde bir sorun varsa,ve de panik atağı varsa o takdirde kalp krizi geçirme riski artar.Ama tek başına Panik atak kalp krizine yol açmaz.

PANİK ATAKLA KALP KRİZİ ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?

PANİK ATAK DA YAŞANANLAR:

-Önce çarpıntı başlar.
-Zaman,zaman göğüste,kalp üstünde ağrılar olur,saplanıp geçer kısa sürelidir.
-Dikkat dağıtılınca,hareket edince,efor sarf edince geçer.
-Dinlenince artar.
-Çarpıntı dinlenince artar.
-EKG de kalp hızında artış olur.(Taşikardi)
-Başka bir bozukluk olmaz.
-Ağrıyan yer parmakla gösterilir,sınırlı bir alanda ve geçicidir.
-Ağrı yayılmaz ve gelip geçicidir.
-Çoğunlukla tansiyon yükselir.
-Bulantı hissi olabilir.
-Kusma olmaz.


KALP KRİZİNDE YAŞANANLAR:

-Çarpıntı göğüsteki ciddi,ağır bir ağrı krizini takip eder.
-Ağrı göğüsün ortasındadır.Ve süreklidir.
-Hareket ve eforla ağrı artar.
-Dinlenince azalır,yada geçer.
-Çarpıntı dinlenince azalır.
-EKG (Elektrokardiyografi)de,kalp ritminde anormallikler saptanır.
-Göğüs ağrısı çok şiddetli ve 15-20 dakikadan uzun sürer.Müdahale edilmediğinde 5-6 saat dahi sürebilir.
-Ağrı gittikçe artar tüm göğse yayılabilir.
-Pozisyon değiştirince ağrının yeri değişmez.
-Ağrı çeneye,boğaza,sırta veya mideye doğru yayılabilir.
-Çoğunlukla tansiyon düşer.
-Bulantı ve kusma olur.

Toparlarsak;panik atak anında kalp krizi geçirildiği hissi ve korkusu aşağıdaki nedenlere bağlıdır:
-Panik anında yükselen adrenalin ve benzeri katekolaminler,İrade dışı çalışan kalp kaslarını uyarır.Kalp hızlanır.Kaslardaki gerilime bağlı sinir uçlarının baskı altında olması gibi nedenlerle göğüste gelip gidici,kısa süreli ağrılar olur.
-Çarpıntı,ağrı gerçekten var ve yaşanır.Fakat bu belirtilerin beyinde değerlendirilip,anlamlandırılmasında hata vardır.Yani bilginin izlenmesi sonucu yanlıştır.
-Bu belirtiler kalp krizi habercisi veya belirtisi gibi algılandığından''eyvah kalp krizi geçiriyorum''korkusu başlar.''Tehlikeli,ciddi bir durumla karşı karşıyayım''yorumu kişiyi çare aramaya iter.Yeni ‘'sanal kalp krizine''karşı bir savunma,korunma,onu defetme mücadelesi başlar.
Çünkü insanoğlu tehlikeli bir durumla karşılaştığında ya kendisini savunacak,mücadele edecek yada kaçacaktır.
Kalp krizi geçiren ve de ölen bir yakın akraba,arkadaşda olmuşsa;yada ailede genetik olarak kalp krizleri yaygınsa kişi panik atağını kolaylıkla kalp krizine yorabilir.
Bu yorumla korku doğunca kısır döngü başlar;korkuya,tehlike algılamasına tepki olarak kandaki adrenalin miktarı daha da yükselebilir.Adrenalin yükselince kalp daha çok atmaya,bazen tansiyon yükselmeye başlar.Bütün vücudu içine alan titreme,sarsılma,terleme,titreme bazen soğuk terleme olur.Ağız kuruluğu,baş dönmesi,gözlerde kararma,boşluk hissi,hemen düşüp bayılma hissi olur.Bir de göğüsteki batıcı,gelip gidici,bazen biraz acılı sürebilen ağrılar''kesin kalp krizi geçiriyorum''diye algılanır.
Daha sonraki günlerde çarpıntı yapıcı normal-fizyolojik durumlarda,başka nedenlerle de panik atak başlayabilir.Çünkü; çarpıntı artık panik atağı ve de geçirilen bir kalp krizinin habercisi gibi değerlendirilir.

HANGİ DURUMLARDA KALP NORMALDEN FAZLA ÇALIŞIR:
-Yemeklerden,özelliklede ağır yemeklerden sonra alınan besinlerin mide de hazım edilmesi için mevcut 5 litrelik kanımızın daha fazlasının mide bölgesine gönderilmesi gerekmektedir.Kalp gerekli enerjiyi kanla mideye gönderir.Bunun içinde kalbin daha çok çalışması gerekmektedir.
-Uzun süren açlık durumları için adrenalin,büyüme hormonu vs.yükselir ve karaciğerde yağ ve proteinlerden şeker imal edilmeye başlanır.Yükselen adrenalin çarpıntı yapabilir.Çünkü uyarıcıdır.
-Spor yaparken.
-aaaa esnasında.
-Ve diğer efor gerektiren durumlarla da enerji gereksinimi arttığı için kalbin daha çok çalışması gerekir.İstirahat halindeki hücrelerin ve organların enerji ihtiyacıyla,efor durumlarındaki ihtiyacı tabi ki farklıdır.İhtiyacı olan yerlere daha fazla kan gönderilmesi gerekir.Bu da kalbin dakikadaki atış hızını artırmasıyla mümkündür.Sirkülasyonun artması gerekir.
Şöyle düşünün,maratondasınız normal yürümeyle yarışa katılamazsınız,koşmanız gerekir...
Aceleniz oldu bir yere çabuk yetişmeniz gerekli ne yaparsınız?Hızlı, hızlı yada koşarak gidersiniz.O an ona ihtiyaç vardır.
Kalpte ihtiyaç durumlarında'' koşar''Anne karnında 4 haftalıkken atmaya başlayan kalp bir ömür boyu hiç durmadan atar...Çok güçlü bir organımızdır.Bazen günlerce dakikada 200 atabilir.Sağlam bir kalp için hiç sakıncası yoktur...
-Heyecan,sevinç,korku anlarında da çarpıntı olabilir.Adrenalininiz yükselmiştir.Korkudan altına işeyenler olduğu gibi aşırı sevinç,gülmede de işenebildiğini unutmayalım.
-Aşırı yorgun,uykusuz kalındığı durumlarda
-Kansızlık durumlarında
-Boynun ön bölgesindeki Tiroit bezinin aşırı çalışması durumun dada çarpıntı olabilir.
-Aşırı çay,kahve,kolalı içeceklerde içerdikleri kafein nedeniyle çarpıntı yapabilir.
-Bazen günde 5-10 fincan kahve içen insanlarda kahveyi kestiklerinde paniği vs. kalmaz.
-Ateşli hastalıklarda da 1 derecelik atışa,kalp 18 defa fazla atarak cevap verir.
-Bazı tansiyon düşüklükleride çarpıntı yapabilir.
-Alkolde fazla kullanıldığında çarpıntı yapabilir.Uzun süreli alkol kullanımında panik atağa ve depresyona yol açabilir.
-Tatil yapmamak ve yoğun stresli iş yaşamları da çarpıntı yapabilir.
-Gizli şekeri olanlarda da ani şeker düşüklükleri hem çarpıntı hem de panik atağa yol açabilir.
-Aceleci,telaşlı,sabırsız,sıkıntılı,sinirli kişiliklerde de çarpıntı olabilir.
-İş yerine evimizdeki sorunlarda stres yaparak çarpıntıya yol açabilir.
-Kalp hastalıklarına bağlı çarpıntılar konumuz dışında olduğundan değinilmemiştir.
Zaten panik ataklılar,yani sizler defalarca kalp uzmanlarına gidip muayene oluyor.Her türlü kalp tetkiklerinizi yaptırıyorsunuz.Kalbinizde hiçbir şey olmadığı hep size söylenmektedir.
Onun için kalp hastası olmadığınızdan kafanızı karıştırmayın.Çünkü panik atak hastası okuduğu her sağlık haberinden,olumsuz olaylardan etkilenir ve kendisinde de benzer belirtiler ortaya çıkar.Adeta mıknatıs gibi her şeyi çekersiniz.

KALBİMİZİ TANIYALIM

Panik atak hastalarının çoğunluğu atak sırasında kalp krizi geçirdiklerini düşünürler dedik.Yadırganacak bir şey yok aslında.Belirtiler ufak nüanslar hariç çok örtüşüyor.Ancak bu farkları bilmek ayrıntılı muayene ve kalp tetkiklerinden geçirmekle insan ikna olabiliyor.
Mademki kalp krizinden korkuyoruz o halde sizlere biraz kalbimizi tanıtmak ve hangi durumlarda(risk faktörleri nelerdir?)Kalp krizine yatkın oluruz.Onları anlatmak istiyorum.
Çünkü bir çok hastama kalbin yapısı,çalışması ve risk faktörlerini anlattığımda ciddi olarak rahatlama görüyorum.

KALBİN İŞLEVİ NEDİR?

Kalp anne rahminde 4 haftalıkken atmaya başlar.İnsanoğlu son nefesini verdiğinde de durur.Yani bir ömür boyu çalışır.Biz uykudayken de bir dakika bile durmadan sürekli kan pompalar.Bizim gibi yorulunca mola vermez...
Kalp kaslarımız irade dışı çalışır.Otonomdur...Vücudun genel genetik programına göre,bizim için ne şekilde çalışması gerekiyorsa öyle çalışır.
Kalp 24 saatte ortalama 100,000 kere atar.
Kalp kası gündelik yaşamdaki bir çok fiziksel ve psikolojik sorunla başa çıkabilecek kapasitede yaratılmıştır.Çok güçlü bir organdır.
Kalbimiz dakikada 60-80 defa tüm vücuda kan pompalar.Bu kan atardamarlar vasıtasıyla tüm organlarımıza,hücrelerimize gönderilir.Vücudumuzun normal faaliyet göstermesi için başta oksijen ve enerjiye ihtiyacı vardır.İşte bunu sağlayan kandır.Kan hayattır.Aldığımız oksijen,yediğimiz gıdalar,içtiğimiz su vs...Akciğerde,midede gerekli işlemlerden geçtikten sonra kana karışmaktadırlar.Kan bir dağıtım şebekesidir.Bir şehrin su kaynağından bütün şehre borularla suyun dağıtılması gibi düşünebilirsiniz.Merkezden su pompalanır önce büyük vanalara,sonra küçük,küçük borularla evimizin iş yerimizin içindeki musluklara kadar gelir.
Kalbimizin yeterli pompalama işlemi için enerjiye ihtiyacı vardır.Kalbin atardamarları(Koroner damarlar) kalpten aldıkları kanla kalbi besler ve ona enerji taşırlar.

KORONER DAMARLAR NEDİR?

-Kalbi besleyen damarların adıdır.
-Kalbe enerji ve oksijen taşırlar.
-Koroner damarlar kalpten çıkan ana arter (Aort) den doğarlar.
-Dalları ile beraber 3 önemli koroner atardamar vardır.
-En önemlisi 2 ana dala ayrılan sol koroner arterdir.
-Bir de sağ koroner atardamar vardır.
-Kalp kasının kan ihtiyacı büyük oranda sol koroner atardamar tarafından karşılanır.
-Koroner damarlarımızı büyük bir ağaca benzetebilirsiniz.
-Koroner ana damarlar saman çöpü,maydanoz sapı kalınlığındadır.
-Damarların içinden dakikada bir su bardağı kadar kan geçer.Fiziksel bir aktivite durumunda kan miktarı 3 katına çıkar.
-Sol koroner ikiye ayrılır.Bir dalı;kalbin önünü ve sol alt tarafını besler.Diğeri ise yan ve arka tarafı besler.
-Koroner arterlerin iç yüzeyi pürüzsüz düz ve kan akımını kolaylaştıran''endotel''hücreleriyle kaplıdır.
Koroner damar iç yüzeyi (endotel)hasar görürse kan akımı girdaplı olur.Çünkü iç yüzeyde tıpkı bir asfaltdaki çukurlar,tümsekler gibi bozukluklar olur.Damar pürüzsüzlüğünü yitirdiğinden kalınlaşmış olur.
Yüksek tansiyon,sigara içimi,kötü beslenme alışkanlığı,yüksek kolestrol ve yağlar,hareketsizlik,şişmanlık,stres nedeniyle endotel hasar görür,koroner kalınlaşır.Bunun sonucunda da;
-Kalp anjinası(koronerlerin daralması sonucu kalp kasının geçici olarak kısa bir süre için oksijensiz kalması.Egzersiz,aşırı heyecan,öfke buna neden olabilir.)
-Kalp krizi,
-Aritmiler,
-Kalp yetersizliği ortaya çıkabilir.

KALP NASIL ÇALIŞIR.

Kalbimiz elektriksel bir sistem tarafından kontrol edilir.Kalbin hangi durumlardan ne hızla çalışacağı bu elektriksel sistemle ayarlanır.
Kalbin kasılmasına yani temiz kanı pompalaması sistol,gevşeyip toplardamarlardan gelen kirli kanı almasına diastol denir.
Büyük tansiyon sistolik,küçük tansiyona diastolik denir.

KALBİMİZDE NELER VAR?

-Kalp iki kulakçık,iki karıncıktan ibarettir.
-Sağ kulakçık ile sağ karıncık arasında trikuspit denen kapak
-Sol kulakçıkla sol karıncık arasında mitral kapak vardır.
-Ayrıca sağ karıncıktan ve akciğere kirli kanı götüren ‘'pulmoner damarın''başlangıcında da pulmoner kapakçık vardır.
-Yine sol karıncıkta toplanan temiz kanı vücuda dağıtan ana atardamar.Aort başlangıcında da aort kapağı vardır.
-Kirlenen kan toplardamarlarla sağ kulakçığa(atrium) gelir.
-Akciğerde temizlenmiş kanlar sol kulakçıkta toplanır.(Atrium)
-Sağ ve sol atrium aynı anda boşalır.(trikuspit ve mitral kapak aynı anda açılır.)
-Sağ atriumdan,sağ ventriküle(karıncığa,sol atriumdan sol ventriküle(karıncığa)boşalan kan iki ventrikülün aynı anda kasılması ile basınçla trikuspit ve mitral kapakları kapatır.Önlerindeki pulmoner ve aort kapaklarını açarak kanı boşaltırlar.Sağ karıncık kanı temizlenmek üzere akciğere yolculuk eder.Sol karıncıktaki kan da aort damarlarıyla ve daha başka kollara ayrılarak,bütün vücuda oksijen ve enerji götürür.
-Sağ atriumla sol atriumu;sağ ventrikülle sol ventrikülü birbirinden ayıran bölümler vardır.

KALP KRİZİ NEDİR ?

Panik atak hastalarının ‘'eyvah!kalp krizi mi geçiriyorum?''şeklindeki duyumsama ve algılamaları büyük bir telaş ve korku yaratır.Bir çok hasta o anda öleceğini hisseder.Fakat isterse 100-500 panik atak yaşasın yine de ölmez.
Kişi yıllarca tedavi olmayıp stres altında kalırsa,tabiki kriz yaşamaya aday olur...
Şimdi sizlere kalp krizi nedir?ve kimler kalp krizi açısından riskli gruba girer onları açıklayacağız.
Kalp krizi önceden bahsettiğimiz kalbi besleyen koroner damarların tıkanması sonucu oluşur.Yıkanan damarın suladığı(kanlandırdığı)kalp kası bölgesi nekroze olur(canlılığını yitirir)kalbin bu bölgesi işlevsiz kaldığından kriz anında söz konusu belirti ve şikayetler olur...

Kimler kalp krizine yatkındır?

-Aşırı şişmanlık
-Yüksek kolesterol düzeyi özellikle ldl(kötü huylu kolesterol)yüksekliği
-Diyabet(şeker hastalığı)
-Hipertansiyonlular
-Sigara ve aşırı alkol kullanımı,kokain benzeri bazı uyarıcı uyuşturucu maddeler
-Hareketsiz tembel bir yaşam
-Aşırı stresli ve öfkeli bir yaşam sitili.Sosyal yalnızlık.
-Genetik faktörler
-Uzun süreli doğum kontrol hapları kullanmak

Yukarıdaki risk faktörlerinin birini yada bir kaçını taşıyan insanların kalp uzmanına giderek;muayene olup tetkiklerini yaptırması gerekir.
Gerekli tedbirler alındıktan sonra asla korkmamak gerekir.Diyelim ki aşırı şişmanlık ve kolesterol yüksekliği sorununuz var uygun bir diyet ve egzersiz programıyla bu riski ortadan kaldırabiliriz...
Panik atak hastalarının büyük çoğunluğunun,defalarca yaptırdıkları çek-ap larında bir bozukluk saptanmaz,bir çok hastamız defalarca EKG,kan tahlilleri vs. yaptırmış ve bir şey çıkmamıştır.Bazılarında kolesterol stresse bağlı olarak yüksek çıkabilir.Panik anında tansiyon yükselebilir.Fakat panik tedavisiyle her şey normale döner.

Neticede; panik atak esnasında yaşananlar kesinlikle kalp krizi değildir.
İlk defa panik atak yaşayan birisinin aklına kalp krizi gelmesi çok doğaldır.Ancak ayrıntılı tetkik,tahlillerden ve muayeneden geçtikten sonra ‘'işi bitirmek'' gerekiyor.Yani,fiziksel olarak;şikayetlerinizin,yaşadıklarınızın bir açıklaması yoksa,''bir şeyiniz yok''deniyorsa asla vakit geçirmeyin.Adres psikiyatridir.Bir durum fiziksel-organik kökenli değilse ve net bir şekilde bu ifade ediliyorsa neden psikolojik-psikiyatriktir.
Her psikiyatrist panik atağı tanır.Bu nedenle kendinize en yakın ve kolay ulaşabileceğiniz bir psikiyatrist bulup tedavi olun.
Aksi takdirde,doktor,doktor dolaşıp tonlarca tahlil-tetkikler yaptırırsınız...Zamanla hastalık hastası olursunuz...İçinize kurt düşer''acaba tahlil yanlış mı çıktı,tahliller karıştı mı,doktor yanlış mı değerlendirdi''gibi bir çok evhamla baş başa kalırsınız...Maddi manevi tükenirsiniz.Onun için,kalple ilgili tetkikleriniz normalse asla vakit geçirmeyip psikiyatriste gidin...

17 Aralık 2010 Cuma

Saç Dökülmesi Nedenleri ( Saç dökülmesi neden olur ? )






Uzmanlar, Günde 50-100 adet saç telinin dökülmesini normal sınırlar içerisinde kabul ederken, eğer aşırı miktarda saç kaybı ve saçlarda gözle görülen incelme oluşursa, en kısa zamanda doktora başvurulması gerektiğini bildiriyor.

Tüm toplumlarda saçlarla saç şekillerinin sosyal ve kültürel bir önemi vardır. Saç dökülmesiyle karşılaşan bir kişi, kendisini fiziksel ve ruhsal olarak zayıf görmeye başlayarak, bu durumdan kurtulabilmek için değişik yöntemlere başvurabilir. Ancak, saç dökülmesinin nedeni bulunmadan doğru bir tedavi şekli uygulanamaz. Bu nedenle aşırı saç dökülmesi, saç köklerinde zayıflık ve saç tellerinde incelme şikayetleri bulunanların, deri hastalıkları uzman hekimlerine başvurmaları gerekir. Uzmanların verdikleri bilgiye göre, Sağlıklı bir insanda saçların yaklaşık yüzde 90'ı sürekli uzama halindedir. Bu büyüme evresi 2-6 yıl kadar sürebilir. Geriye kalan yüzde 10'luk kısım ise, 2-3 Ay kadar süren dinlenme evresinde bekler. Bu dinlenme evresi sonucunda saçlar dökülür, dökülen saç köklerinden yeni saçlar büyümeye başlar ve döngü bu şekilde devam eder. Saç dökülmelerinin çoğu da işte bu normal saç büyüme döngüsünden kaynaklanır. Günde 50-100 adet saç telinin dökülmesi ise normal sınırlar içerisinde kabul edilir. Saç dökülmesinin nedenlerini bilmek hem bilinçli davranarak baştan bazı tedbirler almanızı sağlayacak, hem de bir sorun yaşadığınızda doğru tedavi şekli konusunda sizi yönlendirecektir. İşte sizi bu önemli sorundan kurtaracak saç dökülmesinin başlıca nedenleri.

Uygunsuz saç bakımı ve kozmetik ürün kullanımı: Uzmanlara göre; boya, renk açma, düzleştirme veya perma gibi yöntemler, uygun koşullarda yapılmazsa saça zarar verebiliyor. Bu yöntemlerin sık sık veya aynı anda uygulanması da saçı zayıflatıp kırılmasına neden olabiliyor. Saçı çeken atkuyruğu, örgü, sıkı lastiklerle toplama gibi saç şekillerinin de sıklıkla uygulanmaması gerekiyor. Çünkü saç diplerine etki eden sabit çekme kuvveti saç kaybına neden olabiliyor. Sık sık yıkamak, taramak ve fırçalamak ise saçı kırabiliyor.

"FIRÇA YERİNE GENİŞ AĞIZLI VE DÜZ UÇLU TARAKLAR KULLANILMALI"
Şampuandan sonra krem kullanmak saç taranmasını kolaylaştırıyor. Islakken daha kırılgan olduğu için, saçı havlu ile ovalayarak kurutmaya çalışmaktan kaçınmak gerekiyor. Uzmanlar, fırça yerine geniş ağızlı ve düz uçlu tarakların tercih edilmesi gerektiğini bildiriyor.

Ailesel saç kaybı: Saç dökülmelerinin en sık rastlanan sebebinin kalıtsal özellik olduğunu bildiren uzmanlar, bu kalıtıma sahip olan kadınlarda saçlarda azalma görüldüğünü, ancak kellik oluşmadığını belirtiyor. Bu duruma ''erkek tipi kellik'' deniyor ve 10-20-30'lu yaşlarda başlayabiliyor. Son zamanlarda yeni tıbbi tedavi seçenekleri sunulmasına rağmen kalıcı bir düzelme sağlamanın saç transplantasyonu dışında henüz mümkün olmadığını ifade eden uzmanlar, hasta için uygun olacak yöntemin doktor tarafından seçilmesi gerektiğinin Altını çiziyor.

Alopesi areata: Bu tip saç kayıplarında düzgün yüzeyli, para büyüklüğünde veya daha geniş yuvarlak yama tarzı alanlar oluşuyor. Nadiren tüm saç ve vücut kıllarında kayıp oluşabiliyor. Her yaşta görülebilen bu tip saç dökülmesini yapan neden bilinmemekle birlikte, birçok hastada saçlar daha sonra kendiliğinden büyüyor.

Doğum sonrası: Gebe bayanlarda saçların büyük bir kısmının büyüme halinde olduğunu ifade eden uzmanlar, doğum sonrasında saçların, saç büyüme döngüsünün dinlenme fazına geçtiklerini, 2-3 ay içerisinde aşırı miktarda döküldüklerini, bu sürecin 1-6 ay kadar sürebildiğini ve çoğunlukla yeniden büyüyerek eski miktarlarına ulaştıklarını bildiriyor.

Yüksek ateş, ağır enfeksiyon ve soğuk algınlığı: Hastalıkların, saçların dinlenme evresine girmesine neden olabildiğini belirten uzmanlar, yüksek ateş ve ağır bir hastalıktan 4 hafta ila 3 ay sonra yoğun bir saç kaybı gelişebileceğini, ancak zamanla saçların eski halini alacağını bildiriyor.

Tiroid hastalıkları: Fazla veya az çalışan tiroid bezinin saç kaybına neden olabildiğini belirten uzmanlar, hastalığın tedavisiyle saç kayıplarının da giderilebileceğini bildiriyor.

Eksik Protein içerikli beslenme: Proteinden fakir diyetler yapan veya Anormal beslenme alışkanlığına sahip kimselerde protein eksikliği oluşuyor ve vücut Proteini muhafaza etmek için saçları dinlenme evresine sokuyor. Bundan 2-3 ay sonra da yoğun bir saç kaybı oluşuyor. Uzmanlar, bu durumun yeterli miktarda protein alınımıyla düzelebileceğini belirtiyor.

MANTAR HASTALIĞI ÇOCUKLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR
İlaçlar: Uzmanlara göre, bazı ilaçlar geçici bir süre saç dökülmesine neden olabiliyor.

Kanser tedavileri: Bazı kanser tedavilerinin saç hücrelerinin bölünmesini durdurabildiğini belirten uzmanlar, hastaların saçlarının yüzde 90'ını kaybedebileceklerini, ancak terapi sona erdikten sonra saçların tekrar büyüme göstereceklerini ve eski hallerine döneceklerini bildiriyor.

Doğum kontrol hapları: Doğum kontrol hapı kullanan bir bayanda saç dökülmesinin ancak kalıtsal yatkınlıkla oluşabileceğine işaret eden uzmanlar, dökülme gerçekleşirse hapların doktor kontrolünde değiştirilmeleri gerektiğini belirtiyor.

Demir eksikliği: Demir eksikliğinin de saç dökülmesine neden olduğuna işaret eden uzmanlar, bazı kişilerin demiri besinsel olarak eksik aldıklarını, bazılarında ise demirin bağırsaklardan emiliminin yetersiz olduğunu belirtiyor. Bayanlarda adet kanamaları nedeniyle demir eksikliğinin daha sık görüldüğünü bildiren uzmanlar, bu durumun mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini belirtiyor.

Büyük cerrahi girişimler ve kronik hastalıklar: Büyük cerrahi operasyon geçiren hastaların 1-3 ay içinde aşırı bir saç dökülmesini fark edebileceklerini belirten uzmanlar, bu durumun birkaç ay içinde geçebileceğini, ağır kronik hastalığı olan kişilerde ise saç kaybının ömür boyu devam edeceğini bildiriyor.

Mantar hastalıkları: Küçük yamalar halinde kabuklanmalarla başlayıp yayılabilen, saçlarda kırılma, saçlı deride kızarıklık ve şişlik, hatta sızıntıya neden olabilen mantar hastalığının çocuklarda daha sık görüldüğünü belirten uzmanlar, hastalığın mutlaka ilaçla tedavi edilmesi gerektiğini bildiriyor.
Saç koparma hastalığı (Trikotilomani): Çocuklar ve bazen erişkinler, saç, kaş veya kirpiklerini koparıncaya kadar çekebiliyor ve bunu bir alışkanlık haline getiriyor. Uzmanlar, böyle durumlarda psikolojik yardım alınmasını öneriyor.

 
eXTReMe Tracker